Burdur Valisi Ali Arslantaş, 3 Aralık Dünya Engelliler Günü dolayısıyla Aile ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü ve İl Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından birlikte düzenlenen programa katıldı.
Programda konuşan Vali Arslantaş, yaşanılabilir bir dünya hayalinin tamamen hayal kuranların inanmasıyla ilgili olduğunu ifade ederek, hep birlikte daha mutlu ve güzel yarınlara ulaşma temennisinde bulundu.
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Konferans ve Sergi Salonunda gerçekleşen program saygı duruşu ve Şehit Hakan Aktürk Özel Eğitim Meslek Okulu Öğrencilerinin İşaret Dili Korosu eşliğinde İstiklal Marşı’nın okunması ile başladı.
Vali Ali Arslantaş, Özel Eğitim Uygulama Okulu 3. Kademe öğrenci velisi Emel Çetiner ve Aile ve Sosyal Hizmetler İl Müdür V. Canan Yüksel tarafından yapılan konuşma sonrası Aile ve Sosyal Hizmetler Müdürlüğü’nün video gösterimi yapıldı.
Şehit Hakan Aktürk Özel Eğitim Meslek Okulu 10. Sınıf Öğrencisi Veli Kılıç tarafından “Ben de Varım” adlı şiiri ve Şehit Hakan Aktürk Özel Eğitim Meslek Okulu öğrencileri “Sev Kardeşim” adlı şarkıyı işaret dili ile gösteri sundular. Özel Eğitim Okulu Öğrencilerinin hazırlamış olduğu kurdele ile gösteri yapılması sonrası Erişilebilirlik belgesi almaya hak kazanan Gölhisar Adalet Sarayı adına Burdur Cumhuriyet Başsavcısı Osman Kara’ya ve Burdur Gar Müdürlüğü adına Afyon Devlet Demir Yolları 7. Bölge Müdür Yardımcısı Furkan Zengin’e Vali Ali Arslantaş tarafından belgeleri takdim edildi.
Program sonunda Güzel Sanatlar Lisesi ve 15 Temmuz Şehitler Anadolu Lisesi öğretmen ve öğrencileri tarafından hazırlanan müzikler ile öğrenciler doyasıya eğlendi.
Program sonrası Vali Arslantaş Sergi Salonunda özel öğrenciler tarafından hazırlanan resim ve el sanatları sergisini gezdi.
Vali Arslantaş yaptığı konuşmada, “İç alemimizin hayatla kesişim çizgisinde sözcük dağarcığımız bulunur. Kelimelerin özgül ağırlıkları vardır ve kullandığımız sözcükler dış dünyaya bakışımızı belirler. Kavramları tanımlama biçimimiz olaylar karşısında göstereceğimiz tepkinin özüdür.
Bu anlayışın güne tetabuku cihetiyle engelli sözcüğü yerine “yetersizliği olan birey” ifadesinin kullanımının daha şık olacağı kanaatindeyim.
Zira engellik organların zedelenmesine bağlı olarak işlevlerinde oluşan kayıpların yol açtığı yetersizlik nedeniyle, bireyin çevreyle etkili ve yeterli etkileşim kurma sürecinde karşılaştığı problem durumu olarak tanımlanır ve meselenin özünde yetersizlik kavramı yer almaktadır.
Yetersizlik yaş, cinsiyet, sosyal ve kültürel faktörlere bağlı olarak bireyden beklenilen sosyal rolün gerekliliklerini karşılayamama durumudur ki bu hal kişinin kendi tasarrufunda değildir.
Batı medeniyetinde ilk çağlardan itibaren yetersizliği olan bireylere yaşam hakkı tanınmamıştır. Bireyin yetersizliği ebeveynlerinin ya da kendilerinin günahlarına bağlanmış hatta yetersizliği olan bireylerin içinde şeytan olduğuna inanılmıştır.
Sparta’da sakat ya da cılız doğan çocukların yaşamlarına, iyi bir savaşçı olamayacakları düşüncesiyle daha doğar doğmaz son verilmiştir. Cermen kavimlerinde fiziki kusuru olan çocuklar öz babaları tarafından boğularak katledilmiştir. Kalbinde nispeten merhamet taşıyan ilk çağ Avrupalısının en medeni tavrı yeni doğan bebeğin vahşi doğada ölüme terk etmek olmuştur.
M.S 5 yy’da Roma’da Justinyanus Kanunlarına göre işitme yetersizliği olan bireylerin sözleşme yapmalarına, mahkemelerde şahitlik yapmalarına ve diğer insanların sahip oldukları yasal haklara sahip olmalarına müsaade edilmemiştir.
Orta çağa gelindiğinde yetersizliği olan bireylerin maruz kaldıkları kötü muamelenin yalnızca nevi değişmiştir. Hapsedilmek, eğlence metası olarak kullanılmak, köle olarak çalıştırılmak gibi insanlık dışı uygulamalarla karşılaşan bu bireyler, Hristiyanlığın Avrupa’da yayılmasıyla bir parça nefes alabilmişlerdir.
Rönesans ve reform hareketlerinin etkisiyle insan hayatının değerinin daha fazla öne çıkması batının kırıklarla dolu karnesinde tek yüz güldüren nottur. Sanayi Devrimi ile engellilere yönelik devlet desteği, bir süre engellilerin çalışma yaşamına dâhil edilmesi biçiminde gerçekleşmiştir.
İslamiyet öncesi Türk toplumlarında yetersizliği olan bireylere bakışla ilgili elimizde yeterli bilgi bulunmamaktadır. İslamiyet sonrasında ise Hz. Muhammed’in yetersizliği olan bireylere iyi davranması, onlarla iyi geçinilmesini tavsiye etmesi, insanların Abese/12 ayetinde yetersizliği olan bireyler konusunda uyarılması, Hz. Muhammed’in bu durumdaki sahabelere hüsnü muamelede bulunmasının yanı sıra onlara dini, siyasi ve askeri görevler vermesi,
İslam inancı gereği her insanın günahsız olarak doğduğunun kabulü ve akli melekeleri yerinde olmayan insanların dinsel ve toplumsal norm ve kurallarla yargılanmaması sebebiyle Allah’ın yarattığı her varlığa kıymet vermek Türk-İslam Medeniyetinin temel düsturlarından olmuştur.
Bu yaklaşımın sonucunda Türk toplumlarında yetersizliği olan bireylere yönelik tedavi ve bakım hizmetleri sunulmuş, Selçuklularda ve Beylikler döneminde birçok darülaceze yaptırılmıştır.
Osmanlı’da dârülşifâ ve bîmârhânelerde, zihinsel yetersizliği ve ruhsal sorunları olan kişilere hizmet verilmiştir.
Osmanlılarda işitme yetersizliği olan bazı bireyler saray hizmetlerinde istihdam edilmiş, sarayda kullanılan işaret dili o günkü ifadesiyle dilsiz dili, yeni gelenlere öğretilerek bu konuda uzmanlaşmaları sağlanmıştır.
Mesele kültürlerin yoz bir karşılaştırması olmanın ötesinde, insanlık alemine has evrensel bir bakış açısı tekâmül ettirilmesindeki geç kalmışlıkla ilgilidir. Tarihi kronoloji, yetersizliği olan bireylerin toplumsal bir konu haline gelmesinin ancak yirminci yüzyılın ikinci yarısında mümkün olduğunu göstermektedir. Yetersizliği olan bireylere yönelik hukuki zırhların ve eğitsel gelişmelerin anlamlı ilerleme kaydetmesiyle toplumsal farkındalık artmış ve yetersizliği olan bireylere karşı tutum olumlu yönde gelişme göstermiştir.
Oğuz Atay Tehlikeli Oyunlar adlı eserinde “Kelimeler albayım, bazı anlamlara gelmiyor” der. Yetersizliği olan bireylerin hayatını kolaylaştırmak için kamusal manada atılan adımlar ne denli büyük olursa olsun, onların ruh dünyalarını tahlile imkân sağlayacak bir sözcük maalesef mevcut değildir.
Anlayış, empati, özdeşim sözcüklerinin kelime manalarını bilerek gerekliliğini yerine getirmek bile bu noktadaki biçareliğin aşılmasında maatteessüf yeterli olmayacaktır.
Diyalektik düşünce bir konunun tez anti tez sentez aşamalarından geçirilerek sonuca varılmasını salık verir. Yetersiz bireylere karşı toplumun ve devletin tutumu hususunda tarihi süreç marifetiyle elde ettiğimiz tez karşısında, kökeni şefkat ve merhamete dayalı bir antitezin var olduğu görülmektedir.
Son tahlilde meselenin sentezini yapmak iktiza ederse John Berger’in ifadesiyle düşündüklerimiz ya da inandıklarımız görüşümüzü etkiler düşüncesinden hareketle bireylerin daha empatili davranmasının, toplumun yetersizliği olan bireylere karşı olumlu algı geliştirmesinin ve devlet erkinin ise yetersizliği olan bireylere pozitif ayrımcılık düsturuyla hareket etmesinin herkesin menfaatine olacağı muhakkaktır.
Sözlerimi nihayete erdirirken daha yaşanılabilir bir dünya hayalinin tamamen hayal kuranların inanmasıyla ilgili olduğunu ifade etmek istiyorum. Hep birlikte daha mutlu ve güzel yarınlara ulaşmak temennisiyle hepinizi muhabbetle selamlıyorum” dedi.
Programa başta Vali Ali Arslantaş olmak üzere, Belediye Başkan Yardımcısı Hasan Duygulu, Cumhuriyet Başsavcısı Osman Kara, Baro Başkanı Ramazan Gedik, Vali Yardımcısı Ahmet Mailoğlu, Vali Yardımcısı V. Bahri Gökalp, İl Jandarma Komutanı J. Alb. Mustafa Güder, İl Emniyet Müdürü Ümit Bitirik, İl Genel Meclisi Başkanı Murat Akbıyık, Afyon Devlet Demir Yolları 7. Bölge Müdür Yardımcısı Furkan Zengin, İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Asım Ertilav, kurum müdürleri, Avrupa El Ele Vakfı Başkanı Cengiz Hocazade, öğrenciler, öğretmenler ve vatandaşlar katıldı.